Gülşen Yegen
  23-05-2021 22:03:00

ÇIPLAK AYAKLI ÇOCUKLAR

Çocukluğumuzda Kemalettin Tuğcu’nun romanlarını okurken, üvey anne/baba elinde büyüyen, evlatlık verilen çocuklardan olmadığımız için çok sevinirdik. Aynı zamanda da bunların sadece romanlarda olacağını düşünür, hiç kimsenin “O” kadar … olabileceğine inanmazdık. Büyüdük, “O” kadar … olunabileceğini, üstelik bunun sadece evlatlıklar için değil, öz anne/babalar, hatta devlet kurumları tarafından yapılabildiğini kavradık.

Büyüdükçe dünyanın farklı ülkelerinde çocukların çok küçük yaşta ailelerinden farklı nedenler ve gerekçelerle alınabildiğini, çocukların anne/babaları tarafından bir nesne gibi satılabildiğini, işverenlerin çok düşük ücretlerle çocuk işçiler çalıştırdıklarını öğrendik. Uygar dediğimiz ülkelerdeki çocukların devletin koruması altında olduğunu, ücretsiz eğitim haklarına sahip olduklarını !!! öğrendiğimiz için, bir gün ülkemizde de benzer koşullara ulaşmak için çalışmalar yapılması gerekliliğini savunduk.

Resmi tarih derslerinde İngiltere’de, 2. Dünya savaşı sırasında çocukların, savaşın etkilerinden korunmak için özellikle İngiltere’nin uzak köşelerine gönderildiklerini, aldıkları eğitimin aksamaması için devletin özel önlemler aldığını öğrenmiştik. Nazi zulmünden korumak için Yahudi çocuklara yönelik önlemler alınmaya çalışıldığı birçok filmde, romanda ele alınıyor, bunları okuyarak mutlu oluyorduk.

Büyüdük İngiltere’nin çocuk köle kavramını uygulayan ülkelerden biri olduğunu öğrendik. İmparatorluğun her yöresinden yaş ortalaması 9 ay ile 8 yaş arasında değişen çocuğun, 1618-1967 yılları arasında Kanada ve Avusturalya başta olmak üzere, sömürge ülkelerine köle çocuk gönderdiğini öğrendik (26 Ocak 2010 Mustafa Kemal Erdemol –Yenigün Avrupa Gazetesi). Üstelik bu çocukların resmi kayıtlarının tümüyle yok edildiğini, aileleriyle bağlarının kopartıldığını; bu uygulamanın suçlu !!! çocukları ıslah etmek, geçmişlerinden kopartmak, beyaz ırkın yaygınlaşmasını sağlamak gibi amaçlarla yapıldığını öğrendik.     

21 yüzyılda halen, Uluslararası çalışma örgütünün 2013 yılı verilerine göre dünya genelinde 10 milyon çocuk, temizlik, mutfak işleri, bahçıvanlık, su taşıma, kendilerinden küçük çocuklara ya da yaşlılara bakma gibi işlerde genellikle ücretsiz veya çok düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar.

İsviçre’nin de çocukları koruyan, çocuk haklarını savunan ülkelerden biri olduğu öğretilmişti bize.

Çocukluğumuzda en sevdiğimiz öykülerden biri de Heidi idi. Sevgi dolu Heidi, Alp dağlarındaki çoban dedesi ile yaşıyordu ve en yakın arkadaşı Peter’la keyifli zamanlar geçiriyordu.

İnternette dolaşan “Heidi’nin ayakları neden çıplaktı” adlı yazı oldukça can sıkıcıydı. Heidi’ye ve İsviçre’ye farklı gözle bakmamıza neden oldu. Konu üstünde araştırmaya başlayınca İsviçre için öğretilen gerçeğin hiç de ÖYLE olmadığı anlaşıldı. Yazıda Heidi’nin bir “Verdingkinder”  olduğu, bu nedenle ayakkabılarının olmadığı, bir çeşit köle çocuk olduğundan söz ediliyordu.

Heidi, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak istenmeyen bir gerçeğin simgesidir ve onun çıplak ayakları, bugün çocuklara karşı işlenmiş bir suçun yarattığı utancın üzerinde koşuyor. Heidi çıplak ayaklıydı; çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız bütün “köle çocukları” diğer çocuklardan ayıran keskin uçurumun simgesiydi.

İsviçre’de; 1789 yılında, 14 yaşından küçük çocukların fabrikalarda çalışmaları yasaklandı. Ancak çocuk sömürüsü için yeni bir kapı açıldı ve İsviçre, 18. yüzyılın sonundan 1960’lı yılların başına kadar çocuk emeği sömürüsünün, örneğine az rastlanan bir biçiminin uygulama alanı oldu. Devlete borcu bulunan ya da boşanan çiftlerin, fakir ailelerin çocukları, yetimler, ailesi cezaevinde olan ya da kendisi suç işleyen çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla, çalıştırılmak üzere başka ailelerin yanına yerleştirilirdi. Ancak 1974 yılında yasayla kaldırılan bu uygulamada, papazların önderliğinde ailelerden toplanan çocuklar, çiftliklere kiralık olarak verilir veya şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında -4 yaşındaki çocuklar bile- ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa çıkarılırdı. Bu andan itibaren; çocukları arayan, sorunlarını dinleyen, tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı. Çünkü toplumun gözünde onlar; suç işleyen, boşanan, fakir düşmüş ailelerinden “kurtarılmış” çocuklardı.

Almanya’nın ciddi gazetelerinden biri olan Badische Zeitung gazetesindeki bir makalede Hugo Zing’in öyküsüne yer verilmiş.

“Um die Kindheit betrogen (Çocuklukları çalınanlar) başlıklı yazıda adı geçen Hugo Zingg 6 yaşında iken Sosyal bakım dairesinde ki memurlar, kendini ve beşkardeşini ailesinden koparmışlardı. Hugo Zingg’i Bern dağlarındaki bir yere götürmüşlerdi. Bu insanların isimleri hakkında susmayı tercih ediyor. Orada köylü bir aileye teslim edilmiş, orada kaldığı 8 sene içinde büyük acılar yaşamış ve şiddet görmüştü. “

İsviçre hükümeti bu çocukları yabancı ailelere verilmiş çocuklar olarak adlandırmaktaydı. 1978 yılına kadar İsviçre de ki sosyal yardım daireleri çocukları ailelerinin rızası olmaksızın alıp, yuvalara ve bakım evlerine verme hakkına sahiptiler. Bu işlem, ya ailelerin sosyal daireye başvurmalarıyla veya bir kadının çocuklarına bakamadığını söylemesi durumunda gerçekleştirilmekteydi.

Babası bir verdingkinder olan tarihçi Marco Leuenberger 1930’da yaklaşık 35.000 çocuğun ailelerinden alındığını tespit etmişti. Ancak kendisi, 1920 ile 1970 seneleri arasında takriben 100.000 çocuğun bakım evlerine ve ailelere verildiğini düşünmekteydi, çünkü çocukların hepsi kayıt altına alınmamıştı.

1930’lara kadar çocukların pazar yerlerinde köylülere açık arttırmayla satıldığı bilinmekteydi. Devletten en az bakım parası isteyen köylülerin çocukları almakta öncelikleri vardı. Böylelikle devlet tasarruf etmiş olmakta ve köylülerde ucuz bir iş gücüne sahip olmaktaydılar. Bu her iki tarafı da memnun eden bir alışverişti. Büyük İsviçre bankası (UBS) bir ekonomisti bu çocuk işçilerin 19. ve 20. yüz yıllarda İsviçre tarımına takriben 20 ile 65 milyar İsviçre Frankı katkı sağlamış olduklarını hesapladı.

14.9.2014 tarihli Soontags Blick gazetesindeki bir haberde verdingkinder çocukların aynı zamanda dolandırıldıklarını belirtiyor. Hükümet bu çocukların ihtiyaçlarının karşılanması için, onlar adına banka hesabına aylık 40 isviçre frankı yatırıyordu, ancak çocuklar bu banka hesabı hakkında bilgi sahibi olmadıklarından para bankada birikiyordu.

Sözleşmeli Çocukların üzerindeki Vasi’lik süresi bitiminde Vasiler bir hesap dökümü yaparak kalan parayı çocuklara vermeleri gerekirdi. Ancak çoğu evrak dosyasında bu döküm ya bulunmamakta ya da çalıntıyı gizlemek için düzmecedir.

 

İsviçre Adalet Bakanlığı İsviçre Bankalarında 400 Milyon Franklık bu konuda sahibi belirlenmemiş bir servetin olduğunu tahmin etmekte. İsviçre bankaları 1 Ocak 2015 itibari ile bu serveti 50 yıl sonra devlete devrettiler. Halen hayatta olan yaklaşık 10.000 sözleşmeli çocuğun tespit edilip haklarına kavuşması gerekiyor. Elbette adları ve soyadları değiştirildiği için kendilerinin veya mirasçılarının bulunmaları oldukça zaman alacak bir iş.

Bu konuyu ele alan, yönetmeliğini Markus İmboden’in yaptığı, 2011 İsviçre yapımı Der Verdingbub (Foster Boy) adlı filmin senaryosu gerçek öykülerden derlenmiş.

Günümüzde durum nedir peki?

2009 yılında açılan Verdingkinder Reden sergiyle birlikte konferanslar, açık oturumlar, bilimsel araştırmalar sonucu, İsviçre hükümeti 2013 yılında Verdigkinder çocuk olan yetişkinlerden resmi olarak özür diledi.

İngiltere’de bir sosyal hizmet uzmanı olan Margaret Humpsreys, Avusturalya’dan gönderilen bir mektup sonrası Göçmen Çocuklar Vakfı aracılığıyla İngiltere ve Avustralya parlamentolarında soruşturma açılmasını sağladı. Bu çocuk köleleri gönderen Hristiyan Kardeşler adlı kuruluş, bu trajedideki sorumluluğundan ötürü özür diledi.

Katolik kilisesi 2001 yılında, 1930-1960 yıllarına kadar köle olarak çalıştırılan yaklaşık 1300 çocuktan özür diledi.

Avusturalya başbakanı İngiltere’den gönderilen köle çocuklardan özür diledi.

İngiltere hükümeti, büyük tazminatlar ödemek durumunda kalacağı endişesinden dolayı özür dilemekten kaçınmaktadır. (Erdemol, 2010. Yenigün Avrupa Gazetesi).

Günümüzde İsviçre, çocukların refahı sıralamasında, 29 ülke içinde 8. sırada yer alıyor.

21. yüzyılda Türkiye’de ve dünyada durum değişti mi sizce?

Sokaklarda araba camı silen, dilenen, bir şeyler satmaya çalışan (kağıt mendil, çatal iğne, vs) çocukları halen görmeye devam ettiğimize göre durumda değişen bir şey yok.

Savaştan kaçan, silahların gölgesinde oyun oynamaya çalışan, satılan, organları satılan çocuklar halen aramızdalar.

 

 

 

 

 

 

 

  YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARŞİVİ
BİZİ TAKİP EDİN
YUKARI