gaziantep escort
14-04-2020 12:38:06 Son Güncelleme: 17-04-2020 16:42:06

ALİ ŞERİATİ’NİN YALNIZLIK SÖZLERİ

Yalnızlığın sözleri olur mu hiç, diye düşünürdüm. Yalnızlık sessizdir, kimsesizdir, kelamsızdır diye. Yanılmışım. Yalnızlık; dışı sessiz, içi yangın yeri olarak avuçlarıma konmuştu adeta Ali Şeriati’nin bu eserinde. “Ne kadar kalabalık sözlerim var,” diyen yazarın yalnızlığa dair ne çok sözü vardı gerçekten.
ALİ ŞERİATİ’NİN YALNIZLIK SÖZLERİ


Eserin kapağını açar açmaz “Sizi rahatsız etmeye geldim!” cümlesi karşılıyor bizi, önsöze mukabil. Elli sekiz bölümden oluşan her anlatıda, aslında rahatsız olmaya davet eden bir davetçi edası taşıyor her cümle. Evet, bir şeylerin rahatsızlığıyla yazılmış onca kelamın karşısında duyarsız kalabilmek kanaatimce zordur, kalabalıklar arasında yalnızlık çok zordur.

Yalnızlık Sözleri 1, Ali Şeriati’nin felsefe, hikmet ve irfan konularını ele aldığı anlatı ile başlıyor. “Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir” ve “irfan en yüce düşünce ufku, en güzel hareket ve en insani duygudur. İrfan ilimden başkadır; aşkı özgür ve mutlak bir tanımadır,” diyerek bütün bu olguların kendi özündeki mevcudiyetine dikkat çekmektedir. 

Eserin ilerleyen sayfalarında biraz daha yakından tanıma fırsatı bulduğumuz yazar, “Hayat tarzım, terbiyem, fikir ve inançlarım, özellikle de ruh halim beni çocuk yaşımda ihtiyarlattı. Ben her zaman babamın küçük kardeşi ve yaşıtlarımın ağabeyiydim” ve “Bu gönül, hayatın fakir kesesine asla boyun eğmemiştir. Göklerden, dünya semasının ufuklarından başka hiçbir yere ihtiyacını arz etmemiş. Bir ihtiyaç ki, sadece yüce göklere uzatmış boynunu ve başak başka hiçbir yöne bakmamıştır. Sadece O’na, Allah’a gönül bağlamıştır. O’ndan aşktan başka bir şey de istememiştir,” diyerek sağlam kişilik ve karakterini bizlere adeta ispat ediyor.

“Aşk, bu alemdeki tek nedensiz şeydir, Aşk, niçinsiz bir eylemdir,” diyerek aşkın ruh boyutundaki tanımını yapan Şeriati, aşk ile mum arasında bir bağlantı kuruyor. Yanışını, eriyişini ve gözyaşlarını anlatıyor. Mumu şairlerin en güzel ve en latif nağmeleri ve çırpınışlarına benzetiyor. Maveraya bir uçuş, aziz ve güzel geçmişe dönüş; bazen sırlar aleminin elçisi, habercisi, aşkların unutulmuş mekânı olarak gördüğünü dillendiriyor. Yıllardır en latif güzel yüzleri dert, hâl, anlama, duygu, irfan, şiir ve aşkı kelebekler gibi etrafına toplayıp, uçurmakta olan mumun nazlı ve gizemli ışığını sevdiğini de ekliyor. Sanırım biraz daha derine indiğimizde hem doğu hem de batıyı iyi sentezleyen bir sosyoloğu bu denli düşünmeye iten ateşin fitilini, “Mumu söndürdüğümüzde ışığı nereye gider?” cümlesinin yaktığını görebiliyoruz. Bu öylesine bir yanış ki kendi dahil olmak üzere, karanlık gecelerde ona yarenlik eden, derdini dinleyen, yalnızlığını gideren kitapları ve küçük ama dolu bir dünya, hatta gurbetteki vatanı olarak gördüğü çalışma odası bile alev alıyor; yanıyor, yakıyor.

Ali Şeriati yazarlık hakkındaki düşüncelerini, “Yazarlık gönülden aldığı su ile yaşayan bir güldür” tabirini kullanarak dile getiriyor, “Bütün dünyada bir gülün, bir kalemin veya bir mumun en hassas, en özenli, en değerli ve en yüce yerinin neresi olduğunu bilen kim vardır?” diye sorarak da bizi düşünmeye sevk ediyor.

“Kalemimi elime alınca harfler izdiham yaratıyor. Hepsi birbirinden önce ortaya atılmak istiyor,” diyerek ömür boyunca ruhunda esir tuttuğu onca şeyi paylaşma ihtiyacını hissediyor, hissettiriyor. Sözler var diyor: “Bir kelimenin gönülde ve kalpte açtığı yara, bazen bir top mermisinin açtığı çukurdan daha derin ve daha büyüktür.” Nice sözler, ateş alır ve kül olur. 

“Şair aniden hüzün ve keder dolu topraklara erişiyor, siyah dert dalgaları yağıyor, hayalleri karanlıklara bürünüyor ve yüzlerce gazelin kararsız ve sevinçli filizleri ağıt yakıyor. Keşke bu seferlerin sonunda o su çeşmesine, yüksek çöllere, ruhumun tanıdığı o yeşil bağlara ulaşabilseydim,” diyerek yaşadığı yalnızlığı menzile ulaşmak için çıktığı bir yolculuğa benzetiyor ve ekliyor: “Yüz binlerce, milyonlarca lahzayı kat etmeliyim ki, bir güne erişebileyim.”

Ali Şeriati’nin kitaplara olan bakış açısı da eserde, “Kitabın ruhu, tapınağın ruhu gibidir. Kitap okuyan, kitabı anlayan, kendisini okuyan, okuyucusunu beklemektedir; dikte için, üstünlük taslamak için, kütüphane için, vitrin için, çantayı şişirmek için, önüne geçip fotoğraf çekmek için değil,” şeklinde geçmektedir. Ali Şeriati’nin felsefeye bakış açısını ise, “Felsefe sanat ve edebiyatla karışık, derin bir ahlaki nasihat,” cümlesiyle öğreniyoruz.

Ali Şeriati; bencilliği, Bertrand Russell’in “insandaki bütün içgüdülerin kökeni bencilliktir,” cümlesine katılarak ifade ediyor. Marks ve Freud’un aksini iddia ederek bu düşünceyi açıkça savunuyor. “Öğretmenliği ve sessizliği seçtim, hâle bakıp sözlere aldırmadım diye Allah’a hamd ediyorum; içim içime sığmıyor. Onlar altın topladılar, ben hazine buldum,” diyerek kendi yaptığı seçimden zerre kadar pişmanlık duymadığını belirtiyor.

Ali Şeriati, “Benim hayatım kelimedir. Dinim, aşkım, inancım, işim, meşguliyetim, arzularım, zevklerim, bahanelerim ve hayatımda olan her şeyim kelimedir, kelime! Ben yazı adamıyım” ve “Ömrüm boyunca milyonlarca kelime yazdım ve söyledim. Bir tek kelimeyi bile maslahat, gereklilik, zaruret, korku, heves, menfaat, zorlama veya hoşa gitme güdüsüyle söylemedim ve yazmadım,” diyerek her sözünün arkasında durduğunu belirtirken aslında bu konudaki dik duruşunu özetliyor. 

“Kalabalık yalnızlığın sessiz inzivası,” diyor yaşadığı onca şeyin adına Ali Şeriati. Yazık ki, en yakınlarını arayışı, bekleyişi ve yanında bulamayışı belini büküyor. Anlaşılmaktan vazgeçiyor ve kalemi, kâğıdı, hatıraları, gözyaşlarını ve dahi eriyen bir mumu bile yaşadıklarına şahit tutuyor. Eşine sitemli sözler biriktiriyor; ne olurdu anlasaydı ve yanında olsaydı ona en çok da ihtiyacı olduğu zamanlarda.

1933-1977 tarihleri arasında yaşayan, “Hikâyem uzundur ve bir o kadar da zor,” diyen Dr. Ali Şeriati’nin hayatı mücadelelerle geçmiştir. İranlı Sosyolog ve Fars Edebiyatı yazarı olan Şeriati’nin bu eseri fikir, aşk, felsefe, inanç, fedakârlık ve hepsine eşlik eden bir yalnızlık kitabı. Yalnızlığın derin ama çok derin sözleri varmış, gördüm. Boğaza düğümlenen, sessiz çığlıkları bir de. Yalnızlığın sessiz çığlıklarını duyan var mıdır? Yoksa sadece dile getirilince mi anlam kazanır sözcükler? Bir bakış tutmaz mı kurulmayı bekleyen bir cümlenin yerini. Sahi, “Mumu söndürdüğümüzde ışığı nereye gider?”

oggito

YUKARI