gaziantep escort

30-03-2020 18:53:45 Son Güncelleme: 04-04-2020 15:55:45

TEFRİKA/ 05 / EŞREF BEY / UÇAN ŞEYH (ŞEYH-İT

Ebu Musa'nın gözleri yaşarmıştı ama çaktırmamaya çalışıyordu, ""Yani Eşref Bey oğlum sözde Müslümanlar özde Müs-lümanların kanını burada da çok döktü.
TEFRİKA/ 05 / EŞREF BEY / UÇAN ŞEYH (ŞEYH-İT

TEFRİKA/ 05

EŞREF BEY
Uçan Şeyh (Şeyh-it Tuyyur)
Eşref Sencer Kuşçubaşı

Yazar: Jan Paçal

-----------
1. BÖLÜM
Fizan Sürgünü
Teşkilat ı Mahsusa'nın Kurulması

--------------


Eşref'de zaman içinde tıpkı kardeşinin yaptığın gibi bazı gardiyanlarla iyi ilişkiler kurmuştu. Tutulduğu hücrede tek başına kalmak ruh sağlığını yıpratsa da hayal gücü ile bu sorunu aşma çabası içindeydi. 

Bu küçük hücrenin onun aklını başına getireceği düşü-nülüyordu. Kendisine yemek getiren gardiyanların en yaşlısı ve en konuşkan olanı Ebu Musa'yı gözüne kes-tirmişti. Ebu Musa "Karavanayı getirir selam verir gi-derdi. Oysa Eşref Bey her fırsatta laflamaya çalışıyor, yaşlı adamı sohbete davet ediyordu. Zaman içinde Ebu Musa'nın inadı kırılmış, Eşref in Çerkes olduğunu öğre-nince ilgisi daha da artmıştı.   
 
Ebu Musa için Çerkesler dünyanın en temiz en yürekli ve onurlu insanları arasında yer alıyordu. Hatta bir gün, akşam karavanasını bırakıp gitmek üzereyken "Siz Adigelere neden Çerkes derler bilir misin? " diye sor-muş ve daha Eşref ağzını açamadan, " Esası 'Çerikes' tir. Farsçada 'Çeri', asker; 'Kes', kişi demektir" demiş dönmüş arkasını çekip gitmişti. İlk kez bu kadar uzun konuşmuştu yaşlı gardiyan. Durum böyle olunca da Eş-ref, Ebu Musa'nın tam 250 gün sonra kıvama geldiğini anlamıştı. Duvarların ötesinde, dışarıda başka şeyler dönüyordu. Kardeşi Sami'nin de boş durmayacağını adı gibi biliyordu ve elinden gelen her şeyi yapmak zorun-daydı.

Duvara çentiklenen günlerin birinde Ebu Musa yeme-ğini getirdiği sırada Eşref lafa girdi;" Ya Musa, Hz Pey-gamberimizin taşlanarak kovulduğu bu yerde, çöllerin arasında kalmış bu zindan adasında, sen de kendini öz-gür sanan bir mahpussun. Bize ve kendine karşı işlenen günahlara nasıl eyvallah dersin"

Ebu Musa hiç böyle bir konuşma beklemediği için şa-şırmıştı yedi sekiz aydan beri havadan sudan bile ko-nuşmamışlardı. Genç mahkum ne zaman dış dünyadan haber sorsa, "Allah Sultanımıza zeval vermesin" deyip geçip gitmişti. Eşref dışarıdan gelen haberleri diğer gardiyanlardan alsa da bu rüşvetçi insanlara hiç gü-venmiyordu, ancak bu yaşlı adam farklı hisler uyandır-mıştı, yorgun gözlerinin arkasında çok şey saklıyordu. 

"Yaaa Ebu Musa, sevgili peygamberimiz de Taif'e sür-gün edilmişti bilirsin. Peygamberimizin taşlanması em-rini kim vermişti. O'nun soyundan gelenler şimdi ne yaparlar ne işle uğraşırlar yoksa sende onlardan mı-sın?" diye sorduğunda gitmek üzere olan adam olduğu yere çakılıp kaldı. Hiddetlenen ihtiyar o güne kadar kurduğu en uzun cümleyi kusarcasına attı dudaklarının arasından;

-Ey kanı deli akan genç, sen ne biliyorsun ki benim pey-gamberimizi taşlayanların soyundan olduğumu söylü-yorsun?

Eşref, Ebu Musa'nın bam telini bulmuş ve çekmişti, şimdi tam anlamıyla samimiyete davet etmesi ve onu yüceltmesi gerekiyordu, söze devam etti; 

-Fazla şey bilmem ey yaşlı bilge, benim bildiğim bu kentin sokaklarında aşağılanarak taşlandığıdır. Sen bili-yorsan anlat bende öğreneyim.

Ebu Musa'nın kızgınlığı bir anda deniz köpüğü gibi sönmüş, aldığı iltifat hoşuna gitmişti. Zindanın kapısını açıp içeri girerek genç savaşçının karşısına oturdu, 

-Dinle bakalım o zaman, dinle de öğren mesele sadece burada taşlanması değil. Öncesi ve sonrası var, sabırla dinle.

Ebu Musa uzun uzadıya hiç bir detayı atlamayarak, hiç bir ismi unutmayarak Hz Muhammed'in Taif macerası-nı anlattı. Eşref, soluğu kesilmiş bir şekilde can kulak dinledi yaşlı adamı. Sadece Ebu Musa konuşuyor olsa da keyifli bir muhabbetti, O sadece başını sallayarak katılıyordu sohbete. 

Sıra cinlere gelince Eşref, pür dikkat kesildi, bu konuyla ilgili çok fazla şey duymamıştı. 

"Taif yolculuğunun ardından gök kapıları da cinlere ka-panmıştı. O güne dek göklere kadar yükselip melekle-rin konuştuklarına gizlice de olsa şahit olabiliyorlardı" derken Ebu Musa, cinlerin nasıl Müslüman olduğunu da ballandıra ballandıra anlatmış, hızını alamadan tüm hikayeyi dökmüştü ortaya. 

Yaşlı adam besmele çeke çeke yerinden kalkarken gözü açık bıraktığı kapıya ilişti. Bu genç adam isteseydi kendini kolayca tepeleyip dışarının yolunu bulabilirdi. İçinde bir an panik havası esti, kapıya doğru yavaşça yürüdü. Anahtarları şıngır tadarak hücre kapısını kilit-lerken, "Yemeğini ye genç adam" diyerek gitti.

Ertesi gün Ebu Musa konuşmaya pek hevesli görünmü-yordu. Eşref Bey yine yaşlı adamın bir bam telini daha bularak çekti, sohbete mecburen davetli olmuştu yaşlı gardiyan. 

Eşref Bey sigara içmezdi ama bu zindana gelirken çölde bir iki derken alışmıştı. Teklif edilmeden bir sigara isteyerek lafa girdi; 

-Ya Ebu Musa biraz kulak ver bana. Ülkeniz büyük bir tehdit altında üstelik de İslam. İngilizler, üzerine güneş doğmayan imparatorluk çalışmalarını yaparken en ilgi-lendikleri şeylerin ne olduğunu bilir misin? Hemen söy-leyeyim; Hindistan ve Uzakdoğu sömürgelerinin güven-liğini sağlamak. Bu İngilizler sizin canınıza daha çok okuyacak henüz yeni başladılar. Kendi çıkarları sağla-mak için Arabistan Yarımadası ve Mısır’ın kontrolünü almaları gerek. Kara altın şu an onlar için her şeyden önemli, bu petrol denen illet nerede ise orayı kendile-rine isterler ki sizler hala deve üstünde seyahat edersi-niz. Ancak bu İngiliz gavurunun karşısında önemli bir düşman var; Osmanlı İmparatorluğu. Osmanlı’yı savaş-larla yok edemeyeceğini düşünen İngilizler Araplarla yani sizlerle ittifak kurmak niyetindeler. Fakat Araplar halifeye başkaldırmak istemiyorlar mı? Başkaldırmadı-lar mı daha önce?..

Yaşlı adam dini konularda iyiydi ama bu konularda ne kadar bilgili, dünya ile ne kadar ilgili olduğunu anlamak istiyordu. Ebu Musa bir an için küçümsendiğini sanarak, "Bak genç adam görünüşüm yoksul olabilir ama bu post öyle haybeye eskimedi. Üç dil bilirim ben, bir kaç dili de yarım yamalak, böyle  beylik sözlerle bir yere varamazsın" dediğinde Eşref 'in şaşkın yüzüne keyifle bakarak bu güne kadar hiç yapmadığı bir şekilde genç adamın yüz hatlarını inceledi, tütün kesesini bir kez daha açtı ve "Yine de doğru dersin Eşref Bey oğlum" diye pes sesten ünledi.

Kendisine adıyla ve de oğlum diyerek hitap edilmesi Eşref in dikkatinden kaçmamıştı, bu iyiye işaretti. Devam etti Ebu Musa konuşmaya;

-Seninde dediğin ve de bildiğin gibi, Araplar halifeye başkaldırmak istemiyordu; Fakat kurnaz İngilizlerin şans yüzlerine güldü. nasıl bir tilkidir onlar deveyi susuz getirip susuz gönderirlerde kimsenin haberi olmaz.

Birden susmuştu Ebu Musa, Eşref de sessiz kalarak lafa tekrar girmesini bekledi. Yaşlı adam, "Biraz tarih dersi dinleyeceksin bilirim ki sana masal gibi gelmeyecek." diyerek devam etti. 

"1700‘lü yılların başlarında Arabistan’ın Necd Bölge-si'nde Abdülvahhab diye biri ortaya çıktı. Sünni ve Şii akımları reddederek kendi görüşlerini yaymaya çalışı-yordu. Görüşleri yüzünden hiçbir yerde barınamasa da İngiliz ajanlarının dikkatini çekti. İngiliz bir kadın ajan devreye girdi. O'na aşık olan Abdülvahab İngilizlerle iş-birliği yapmaya başladı.  Vahhab’ın bir tek görevi var-dı: İslam dinin bozarak Araplarla Osmanlı arasındaki bağı koparmak. Görüşlerini yaymaya başladı. Türbe ziyaretleri ve evliyalardan medet ummanın kafirlik olduğunu iddia etti. Bu şekilde yapanların kafir olduğunu ve yandaşları tarafından öldürülmelerinde bir sakınca olmadığını iddia etti. Bu yüzden binlerce masum Sünni katledildi. Özellikle hac aylarında Kabe ve civarına saldırarak binlerce Müslüman'a zarar verdiler. Daha sonra Osmanlıya karşı Vahhabi-Suud ailesi ittifakı kuruldu. Suudlar, Arabistan'ın en büyük  boylarından olan Aniza boyuna mensuptular. Kökenleri Hayber Yahudilerine dayanmakta olup aslen Yahudi kökenlidirler. Kuveyt'i yöneten Sabah Ailesi de aynı kökenden gelmektedir. Suud- Vahhabi ittifakı 1746 yılında Osmanlı’ya cihat ilan ettiler. 1800 lü yılların başında  Kerbela'ya yürüyüp şehri ele geçirdiler. Binlerce Şii’yi katledip Hz. Hüseyin’in türbesini yakıp yıktılar. Daha sonra şu an seninde mahpus olduğun kenti, Taif’i ele geçirip binlerce Müslüman'ı katlet-tiler."

Ebu Musa'nın gözleri yaşarmıştı ama çaktırmamaya çalışıyordu, 

-Yani Eşref Bey oğlum sözde Müslümanlar özde Müs-lümanların kanını burada da çok döktü.

Yaşlı adam konuşmasını noktalamıştı. Eşref artık daha da umutluydu, kaçış planını yavaş yavaş meyvelerini verirken karşısına hiçte beklemediği bilgelikte bir gar-diyan çıkmıştı. Bu yaşlı adamın dedikleri doğruydu. (Bakınız:1)

Ebu Musa zamanla arkadaş olarak benimsediği Kuşçu-başı Eşref ile daha sık sohbet eder olmuş hatta kardeşi Selim Sami'den haber getirip götürmeye başlamıştı.

Bir çok firar organize ediliyordu ve ortam sağlandı-ğında sıra kendisine gelecekti, bunu iyi biliyordu. Hücresindeki onuncu ayında Ebu Musa suratına anlamlı anlamlı bakarak, "Sonsuza kadar burada kalacak değilsin ya evlat..." deyi verdi.

devam etmek için lütfen tıklayın

YUKARI