Uzun yıllar önce tanışmışlardı. Yıllar sonra karşılaştıklarında dünyanın farklı
dönmeye başladığını fark etti. Günler artık onun için daha ışıltılı, güneş daha parlaktı.
Onun; Tanrının ömrünün kalan yarısında gönderdiği ödül olduğunu düşünüyordu.
Üstelik öyle bir ödüldü ki, “işte buydu, daha iyisi, daha fazlası olmaz”dı. Zorluklar
vardı birlikte aşılacak. Sırlar vardı birlikte saklanacak. Hayat vardı birlikte yaşanacak.
Güzellikler vardı birlikte paylaşılacak. Bundan daha ötesi ne olabilirdi ki.
Aylar boyunca günler, geceler onu düşünmekle geçti. Her sabah “bugünde sesini
duyacağım” diyerek uyandı. Aylar boyunca, sesindeki sevinci duyduğunda
kanatlandı, uçtu, uçtu...
Hala koruduğu çocuk yüreğinde bayram sevinci oluştu. Bayramlık ayakkabılarıydı.
Yastığının başucuna koydu onu. Hep yastığının başucunda durdu, günler, aylar
boyunca. Dokunmaya kıyamadı, koklamaya doyamadı onu.
Söylediği her söz doğruydu, saf, pür, katışıksız sözlerdi. Hataları vardı elbette ama
kimin yoktu ki… Cesareti yoktu, farklısını düşünememişti.
Sevgi; yüreğinin kabarmasına, coşkun ırmaklar gibi akmasına neden oluyordu.
Ayakları kendi bedenini taşıyamayacak kadar yorgunken bile ona güzel sofralar
kurmak keyif veriyordu.
Yakın arkadaşlarından “Niye yapıyorsun bunları?” diyenler oldu. Onlara kızdı.
O her şeyi hak ediyordu, en iyisini, en güzelini, en değerlisini…
Onsuz geçecek bir yaşamı düşünemiyordu bile. Onsuz geçecek bir hayat anlamsız
ve yavandı. Onsuz geçecek saatler saçma, anlamsız, gereksizdi. Onsuz soluk
alamazdı ki. Hayatının devamı, onun varlığına bağlıydı. Onsuz olmayı düşünmek bile
canını acıtıyor, elleri tutmaz oluyordu.
Sonra bir gün fark etti ki, onuru yaralanmış. Şaşırdı, afalladı, ne yapacağını bilemedi.
Doğruldu, ayakları üstünde dimdik durdu. Diğer taraftan bakmaya başladı. Araştırdı,
gözlemledi, sordu, yanıtları buldu. Hangisi gerçek, hangisi doğru anlamaya çalıştı.
Buldukları, öğrendikleri acıttı, incitti, yaraladı.
Bir süre sonra öğrendiklerini onunla paylaştı, anlattı. Ancak o, söylenenleri kabul
etmedi. Savunmak için suçladı. Öyle sözler söyledi ki, güneş pırıltısını yitirdi, gün
geceye döndü. Öğrendiklerine rağmen yanında kalmaya devam etti.
Bir gün kendine en tehlikeli soruyu; “Ne işim var burada, niye buradayım” ?
Gitti, çantasını aldı, onun evinin anahtarını portmantoya koydu. “Gün olur alır başımı
giderim” şarkısını mırıldanarak kapıyı çekip gitti
.
Şimdi biliyor ki o olmadan da yaşam anlamlı. O olmadan da hayat güzel, hayat
anlamlı, hayat özel. Hayat onunla güzeldi, onsuz da güzel. Önemli olan şey kendi
ayakları üstünde durabilmek, kendine yetebilmek.