Janset Berzeg
  Güncelleme: 24-07-2020 17:37:00   24-07-2020 17:33:00

İSTANBUL PROTOKOLÜ

Avustralya NSW eyaleti İşkence Görmüş Mültecileri Rehabilitasyon Merkezi’nde (STARTTS) görev yaptığım sıralarda oldukça haşır neşir olduğum bir mevzu olan İstanbul Protokolü’nü, bize işi düşmeyenler bilmeyebilir diye ve yeri gelmemişken genel kültür olması açısından ele almak istedim. STARTTS ve benzeri organizasyonlarda dünyanın farklı köşelerinde heba ettiğim ömrüm ve kariyerim boyunca, sosyal ortamlarda yeni tanıştığım kişilerin DJ, broker, işte ne bileyim siber güvenlik uzmanı gibi cool meslekleri olurdu. Bense işkence proje yöneticisi olarak ortamların looser liderliğini hep başarıyla göğüslemişimdir. Böyle hassas ve önemli bir mevzuyu şakaya vurmam, araya espri katmadan mesleğimi yapamayacak olmamdandır o yüzden önyargılı olmamanızı ehemmiyetle rica ederim.

Mevzuya dönecek olursak, bir çok sağlık personelinin dahi varlığından haberdar olmadığı İstanbul Protokolü, iltica/mülteci başvuruları sırasında insanların hayatlarını tamamen değiştirebilmektedir. Örneğin hayali Zortanyan ülkesinde yazdığı yönetimi eleştiren bir şarkı sözü yüzünden işkence görmüş müzisyen Fidiyatus, işkence gördüğünü kayıt altına alamaz ve doktor raporu ile kanıtlayamazsa hayatını kurtarmak ve yeni bir yaşama başlamak için Zoranda ülkesine başvuruda bulunabilir ve fakat büyük ihtimalle başvurusu kabul edilmez ve sonuç olarak da daha fazla işkence görerek ölür. Hayat böyle, adil değil.

İstanbul Protokolü, 15 farklı ülkeden 40 örgütü temsil eden 50 civarında sağlık, hukuk ve insan hakları uzmanının üç yıllık araştırma ve analizlerinin ürünü olarak hazırlanmış uluslararası bir belge. İstanbul’da 1999 yılında yazılmış olan bu rehber, 2000 yılında Birleşmiş Milletler Belgesi olarak kabul edilmiştir.  İşkencenin tanımını yapan ve belgelenmesi için BM tarafından onaylanan ilk uluslararası kılavuzdur.

Güvenlik algısının insanlık değerlerini ezip geçtiği, belki de 11 Eylül 2001’in başlangıç noktası olarak kabul edilebileceği ve işkencenin meşrulaştırılmasına dönük yöntemlerin bizleri Guantanamo ve Abu Ghraib işkence-haneleri ile yüzleştirdiği dönemlerden geçildi. Ancak, insan hakları mücadelesi veren insanların yılmayan çabaları, alandan derledikleri deneyim ve bilimsel çalışmalarından süzülen bilgi ile ortaya koydukları kılavuzun, İstanbul Protokolünün bir Birleşmiş Milletler belgesi olarak yayınlanması da tam bu döneme denk düştü. İşkenceyi meşrulaştırma girişimlerine inat, insan hakları mahkemelerinin yargılamalarına kılavuzluk etti. İşkence görenlerin adalete ulaşması için olduğu kadar, hakikatin peşinde bir halk sağlığı sorunu olarak işkencenin görünür kılınması ve önleme mekanizmalarının sorun alanlarının ortaya konmasına ışık tuttu.

Yani İstanbul Protokolü, işkence ve kötü muamele gördüğünü ileri süren kişilerin değerlendirilmesi, işkence iddialarının olduğu olayların araştırılması ve bu bulguların yargıya veya soruşturma yürüten diğer birimlere bildirilmesi amacıyla hazırlanmıştır.

İşkenceye Karşı Sözleşme ’de tanımlandığı üzere, “İşkence, bir kimseye karşı, kendisinden itiraf almak veya üçüncü kişi hakkında bilgi edinmek, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem nedeniyle cezalandırmak veya kendisini veya üçüncü kişiyi korkutmak veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan herhangi bir sebeple, bir kamu görevlisi veya resmî sıfatla hareket eden bir başka kişi tarafından veya bu görevlinin veya kişinin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren herhangi bir edimdir.”

“Hakikat, adalet ve onarım” aşamalarında bütüncül bir tıbbi değerlendirme, işkence ve ağır insan hakları ihlallerine ilişkin nesnel ve bilimsel kanıtların ortaya konması için bir zorunluluktur. Delillerin ortaya konamaması, göz ardı edilmesi, yaşanan travmanın boyutlarının ve işlenen suçların ortaya çıkmasını engelleyerek cezasızlığa yol açmakta, adalete duyulan güveni sarsmakta, uygun giderim yollarının yokluğu nedeniyle de yaraların sarılmasını geciktirmekte ya da olanaksızlaştırmaktadır. Yetersiz veya hatalı tıbbi uygulamalar üzerine inşa edilen bir cezasızlık pratiği sağlık çalışanlarını da bu suça ortak etmektedir.

İşkencenin önlenmesinde hekimin en önemli görevi işkencenin belgelenmesidir. Hekim bu sorumluluğunu, muayene ile elde edilen fiziksel ve ruhsal tıbbi bulguların kötü muamele iddiasıyla uyumlu olup olmadığını saptayarak ve adli mercilere iletmek üzere raporlayarak gerçekleştirir.

İstanbul Protokolü Ne Zaman Kullanılır?

Tüm gözaltı giriş, çıkış, yer değiştirme amacıyla yapılan sağlık kontrolü muayenelerinde

Tutuklu/hükümlü muayenelerinde

Bireysel başvurularda ve özgürlüğünden alıkonulan diğer tüm kişilerin değerlendirilmesinde

İnsan hakları ihlallerinin araştırılması, soruşturulması, belgelenmesinde

İşkence ve kötü muamele iddialarının tarafsız soruşturulması ve belgelendirilmesi için düzenlenen bu kılavuzun varlığından haberdar olmak vatandaşlık görevimiz, ilgili uygulamalarda karşılaşılan soru ve sorunlarda, sağlık çalışanlarımızın ulusal ya da uluslararası meslek kuruluşlarıyla iletişime geçmeleri ise insani ve mesleki sorumluluklarıdır.

Bedensel ve ruhsal bütünlüğün bir parçası olan insanlık onurunun zedelenmediği bir dünya ve farkındalığımızın artması dileğiyle işkencesiz günler diliyorum…

 

 

 

Kaynak:

Ümit Biçer. (Aralık 2017). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları ve İstanbul Protokolü

Büşra Sapmaz. (3 Ağustos 2018). İstanbul Protokolü Nedir?

  YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARŞİVİ
BİZİ TAKİP EDİN
YUKARI