Neslihan Kalaycı
  Güncelleme: 06-03-2021 14:33:00   06-03-2021 14:31:00

YAŞASIN DÜNYA

 8 MART 1857 – 8 MART 2021 
YAŞASIN DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Yıl 1857, Amerikan’nın Newyork kentinde 40 bin kadın dokuma işçisinin günlük çalışma saatlerinin kısaltılması, ücretlerinin aynı işi yapan erkek çalışanlarla eşit olması için başlattığı direnişinin sonucunda kesin olmayan verilere göre 129 kadın dokuma işçisi yanarak can verdi ve birçoğu da yaralandı. Bundan tam 53 yıl sonra ise 8 Mart 1910 yılında Kopenhag kentinde 17 ülkeden 100 kadın delegenin katıldığı ikinci Enternasyonal toplantısında 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ilan edildi. Mücadeleye destek ve hayatlarını kaybeden kadınları saygı ve sevgi ile anıyorum.

164 yıldır süren ve hiç bitmeyecek bir mücadele gibi görünen bu buz kütlesi toplumda kadınlarımızın okuma oranlarının artması ve çalışma hayatına katılmaları ile erimeye çoktandır başladı aslında. 

“KADIN”  erkeği de kızı da doğuran kadın, hayata dahil eden yaşaması için nefes olan eşi ile birlikte hayata hazırlayan da kadın. Burada feminist bir çizgim olmadığını da ayrıca eklemek isterim. Çünkü ailemizde bizler kadın veya erkek olarak ayrı tutularak büyütülmedik. Herkes bir birey olarak bütün haklara sahipti. 

Yaşadıklarım, okuduklarım kısacası gördüklerim kadarı ile maalesef ki çocukları bu kadar sorunlu yetiştiren anne ve babalar. Bence herkes anne baba olmamalı, psikolojik olarak bütün ebeveynler testlerden geçmeli ve bunun sonunda onay verilerek çocuk sahibi olmalarına izin verilmeli. Hastalıklı bir toplum olmamak ve sağlıklı çocuklar yetiştirebilmek için buna kesinlikle ihtiyacımız var. Anne toplumun gözünde bir erkek çocuk dünyaya getirince soyunu sürdüreceğini düşünerek daha bebek dünyaya gelmeden toplum ile birlikte üstün bir varlık muamelesi yapmaya başlıyor. Oğlunu el üstünde tutuyor ve kızını ikinci sınıf birey olarak görüyor. 

Çalışma hayatım boyunca yıllardır bu mücadelenin içinde olan bir kadın olarak, herkesin bu dünya üzerinde eşit haklara sahip olduğuna inanıyorum. Önemli olan vicdanlı, merhametli, dürüst çocuklar yetiştirerek toplumu daha yaşanılır bir hala getirmek. 
Sosyo-ekonomik-kültürel açıdan toplumda erkek şiddetinin giderek arttığını ve kadınların hayatlarını kaybettiğini, çocuklarının ise öksüz ve yetim kaldıklarını görmek o kadar acı ve ıstırap verici ki inanın bir iç savaş yaşamak gibi…  Bilim insanlarımızın, Sosyologların ve Psikologların bu dönemde devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Psikiyatrist ve Yazar Gülseren Budayıcıoğlu, “Günahın Üç Rengi” ve  “Madalyonun İçi” romanlarında Türkiye’de, bebeklikten başlayan insan profillerini o kadar net çizgilerle ortaya çıkarıyor ki bütün dünyaya da örnek olabilecek nitelikte aslında. Her şey bir yumurta bir bir sperm ile başlıyor aslında sonrasında doğuran, büyüten ve yoğurarak bir birey haline getiren anne ve baba ile devam ediyor. Çevre, ekonomik şartlar, toplum baskıları, ayrıştırmalar, ötekileştiren, eleştiren ve durmadan başka yaşamlarla yapılan kıyaslamalar, hor görmeler. Hepsi çocukların ruhlarında  derin yaralara neden oluyor. 

DÜNYAYI SEVGİ VE EŞİTLİKİ KURTARACAK!       
Sevgi ve Saygılarımla, 

 

  YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARŞİVİ
BİZİ TAKİP EDİN
YUKARI