Özlem Neşe Beydili
  Güncelleme: 06-07-2020 15:06:00   06-07-2020 14:39:00

İÇİNİZDEKİ ÇOCUK HİÇ BÜYÜMESİN

Hayatın ne kadar kısa olduğunu anlatmama gerek yok.

Daha dün yapabildiklerimi, bugün yapamadığımda anladım mesela.

Dün bugünden daha gençtim. Her gün yaşamış olduğum ömrümün ağırlığını daha fazla fark ediyorum, ve bu ağırlık biraz daha omuzlarımı çökertiyor.

Beden eskiyor, ama bizi ayakta ve hayatta tutan içimizdeki çocuktur. 

Hastalıklarımızı bile kendimiz oluşturuyoruz.  Öfkemizle karaciğerimizi, korkularımızla böbreklerimizi, vesvese ve endişelerimizle dalak ve midemizi, hüzünlerimizle de akciğerlerimizi hasta ediyoruz.

Hayatımızdan bizi mutsuz eden ne varsa çıkarmadığımız müddetçe de kendimizi kanser ediyoruz. Haydi, dayandık, kanseri yendik derken, hala bizi mutsuz eden şey hayatımızın ortasında duruyorsa, hastalığın tekrar nüksetme riski büyük.

Hâlbuki hayat kısa ve tek, eşsiz.

İçimizdeki çocuğu dinlemeyi bıraktığımız an, onu küstürdüğümüz, ilgimizi kestiğimiz an büyümeyiz, hayır! Ölürüz! Ruhumuz ölür!

Çünkü içimizdeki çocuk gerçek kimliğimiz. İçgüdümüz… Umudumuz…  Geleceğe ümidimiz… Güzeli görebilme, inşa edebilme gücümüz… Adalet duygumuz… Ama en önemlisi; Sevebilme kabiliyetimiz! İçinizdeki çocuğu öldürürseniz, sevemezsiniz!

Romanımdan bir pasajla yazımı bitirmek istiyorum.

Orada öylece duruyordu. Kör karanlığın içinde, loş bir sahne ışığının altında…

Yalnızdı.

Üzerinde annesinin ördüğü koyu kırçıllı kazak, hırka ve etek, altında siyah örme külotlu çorabı ve kişiliksiz ayakkabılarıyla ne yapacağını bilmez gibi ellerini önünde birleştirmiş, sessizce, kıpırdamadan bekliyordu.

Kocaman gözlerinde kaygı, korku ve merak iç içe geçmiş gibiydi.

beni fark ederek, bakışlarını gözlerime kilitledi. Gözlerinde, biraz önce gördüğüm duyguları aniden değişikliğe uğradı; Kaygı hüzne, korku hayal kırıklığına ve merak siteme dönüştü bir anda.

Önünde birleştirdiği ellerini çözdü, koyu yeşil hırkasının eteklerine tutundu iki yanından. Boynunu kararlılıkla bana uzatıp, konuşmadan önce dudaklarını diliyle ıslattı.

Sesi, kendisini aydınlatan ışık haricindeki kör karanlıkta bir tokat gibi yüzüme çarptı.

“Beni neden bıraktın?” diye bağırdı.

Küçücük boyuyla, kocaman gözleriyle, bu yokluk kokan yerde öylesine yalnız, öylesine unutulmuşluk yansıtıyordu ki, içimden bastıramadığım bir hıçkırık yükseldi.

Gözlerime hücum eden yaşları durdurmak mümkün değildi.

“Ben seni asla bırakmadım!” diye fısıldadım…

“Beni hem bıraktın, hem unuttun!” diyerek başını eğdi.

Omuzları seğirmeye başlayınca ancak anladım ağladığını. Başı önde için için ağlıyordu.

Kaç yaşındaydı? Dört? Ya da beş? Bir avuç içi kadar boyuyla, büyük insanlar gibi sessizce ağlıyordu.

Kendinden büyük bir kederle, ihanete uğramış insanların kırgınlığıyla ağlıyordu.

Gidip sarılmak geldi içimden. Başını omzuma yaslayıp avutmak… Ama suçluluk duygum beni olduğum yere mıhlamıştı sanki.

“İnan” dedim “İnan bana, seni hiçbir zaman unutmadım. Sen her zaman içimdeydin. Seni yaşadım, bak işte buradayım, buradayız…”

“Hayır!” dedi, başını yavaşça kaldırıp, ağlamaktan ıslanmış yüzünü bana çevirerek.  “Hayır! Sen bütün hayatını sana yapılan yanlışların hesabını tutarak yaşadın. Anneni, babanı, sevdiğin adamı suçlayarak geçti ömrün. Sen bütün ömrünü hep onlarla geçirdin. Hatta şimdi bile, onlar yokken dahi onlarlasın. Sen seni incitenlerle bir hayat sürdün, ama beni, beni burada, bu karanlık yoklukta unuttun gittin…”

“Doğru değil bu!” diye bağırdım. “Ben olanları çoktan unuttum! “

“Sen,” dedi “Sen beni hasta ettin!” sesi bitkin bir fısıltıya dönüşmüştü.  “Şimdi de tek dileyin beni büyütmeden öldürmek! Beynimde senin pişmanlıklarının yükünü taşıyorum. Bana taşıyamayacağım kadar büyük kederler ve acı yükleyip, bu karanlık izbe yere hapsettin! Senden nefret ediyorum!”

Arkasını döndü ve gitti.

Arkasından bağırdım, ama çocukluğum beni duymadı.

*İçinizdeki çocuğun hiç büyümemesi umuduyla…

  YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARŞİVİ
BİZİ TAKİP EDİN
YUKARI