Özlem Neşe Beydili
  14-12-2019 20:32:00

KİMSİN? NESİN?

Hiç oturup bunu düşündünüz mü?

Kimim ben? Yaşamımdaki amacım, dünyadaki yerim ne?

Niye geldim, asıl fonksiyonum ne?

Hiç sordunuz mu kendinize bunu? Ciddi, ciddi diyorum.

Burada ne yapıyorum ve niye yapıyorum? Diye geçti mi hiç aklınızdan?

 

Hangi ülkede doğduysak, o toplumun kaideleri ve gelenekleriyle büyütülüyoruz…

Bize o toplumun/ailenin dini dayatılıyor, o dinin gereklilikleri öğretiliyor.

Önce çevre sonra okullar bizi sessiz olmak ve itaat etmek üzere yetiştiriyor.

Ve bütün toplumlar ve çoğu belli başlı dinler bizi CEZA ve ÖDÜL terbiyesi ile şekillendiriyor.

Aslında doğar doğmaz bulunduğumuz toplumun bireyi değil, küresel sistemin kazandığı yeni bir işçisi, kölesi, askeri, tüketicisi oluyoruz.

Sistem, bizim sorgulamamızı istemediği için önce bizi renk, din, ırk, statü, fakir/zengin, entelektüel/varoş diye ayrıştırıyor, sonra da bilumum elektronik eğlence araçlarıyla yalnızlaşmamıza alışmamızı sağlıyor.

Her gün, bir türlü gelemeyen gelecek için çabaladığımız, bitmeyen borçları ödemek için çalıştığımız, hiç ihtiyacımız olmayan şeylere ihtiyaç duyduğumuz, hastalığımızı iyileştiren ama başka bir illeti başlatan ilaçlarla tedavi olmaya çalıştığımız, yüzyıllardır kısırdöngü, biteviye dön dolaş aynı hayatı yaşadığımızın farkında mısınız?

Evdeki televizyonlar, eldeki cep telefonları aklımızı bütün bu saydıklarımdan uzaklaştırıp oyalamak üzere dizayn edildi.

Yeni, yeni diziler, yeni yeni oyunlar, aptal saptal yarışmalar, IQsu düşük eğlence programlarıyla aptallaştırılıyor, haber programlarıyla bihaberleştiriliyoruz…

Neredeyse bütün programlar şiddet içeriyor. Evlilik programlarında bile, taraflar hem sözlü, hem fiziki olarak şiddete maruz bırakılıyorlar. (Bu rating için önemli unsurlardan biri olarak kabul görülüyor, sanırım.)

Şiddete alışmış, umursamaz, hissiz, bananecive içten içe öfkeli bir toplum yaratmayı başaran programların bilinçli bir yol izlediklerine inanıyorum. Hangi sosyolog ya da psikoloğa sorsanız aynı cevabı alacağınıza kalıbımı basarım.

Sevgi, sanki yasakmış, ayıpmış, günahmış gibi gösteriliyor, dizilerde bile iki aşığı ayırmak için komplolar düzenleyen, töre için öldürmeye yemin etmiş tiplemelerle dolu.

Böylece “Sevgi”yi tu kaka bir ışıkta, ya da imkansız gibi gösteriyorlar.

Sevgi birleştirici bir vasıftır.

Öfke, nefret ve şiddet ayrıştırıcıdır.

Sevgi yaşatır, nefret yok eder, ya da yok edilene ses çıkarmaz, görmez, fark etmez…

Yaşatıldığımız bu sistemi kuranlar sevgiyi niye istesinler ki?

Sevgi iletişimi getirir. İletişim anlamayı, anlaşmayı, birleşip bir bütün olmayı…

Yalnızlaştırılmamız bu yüzdendir.

Aşk evliliğinden çok mantık (maddi) evliliklerde mutluluğu arayanlar çoğunlukta. Aşksız birlikteliklerin getirdiği mutsuzluk ise tahammül sınırımızı düşürüyor.

Aşkla kurulan yuvalar bile, sistemin dışına çıkamayanlara dayatılan çalışma ve yaşama şekli karşısında güçsüz kalıyor; çoğunlukla paranın eksikliğinden doğan bıkkınlık, öfke, hayal kırıklıkları ve yokluğun zorluğu altında yıpranıyor.

Boşanmalar sonucu daha da yalnızlığa düşenlerin neredeyse %80i depresyon ilaçlarıyla tedavi yolları arıyorlar.

Yalnızlığımızı tüketimle bastırmaya çalışan bir ruh hali, tam da istenilendir.

Reklamlar ve modacılar, bize ne tüketeceğimizi, en çok neye ihtiyaç duyduğumuzu ya da ne giyeceğimizi söyler. Onun dışına çıktığımızda, neredeyse bütün bir toplum tarafından hor görülme tehlikesi bile var.

Bir Alış-veriş manyaklığı sarmış bizi, ihtiyacımız olan, olmayan ne varsa topluyor, eskileri hiç düşünmeden atıyoruz.

Ama asıl tehlikenin farkında değiliz.

Biz alıp attıkça, doğayı da bitiriyoruz…

Kendi yaşadığımız doğal ortamı talan ediyor, yerine çöplerimizi bırakıyoruz…

Topraklarımızı, sularımızı, doğal döngüyü, her şeyi gereksiz açlığımızla bitiriyoruz….

 

Şimdi bir daha soralım kendimize:

Biz kimiz? Neyiz?

Neden tabiata karşı yaşıyor, onu tüketiyor, böylece kendi neslimizin sonunu getiriyoruz?

Bize bunu kim ve neden yaptırıyor?

Neden Sevgiden çok içimizde öfke var?

Neden mutlu değiliz?

Neden umutlu değiliz?

Neden sürekli hiç gelmeyen yarınlar için çabalıyoruz?

Neden “Şimdiyi” yaşamaya korkuyoruz?

Kimden korkuyoruz? Ve neden korkuyoruz?

Gerçekten yaşamak istediğimiz hayat bu mu?

Değiştirilemez mi?

Değiştirmek için ne yapıyoruz?

 

KİMİM BEN?

  YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARŞİVİ
BİZİ TAKİP EDİN
YUKARI