Misafir öğrenci olarak yıllar sonra Dokuz Eylül Üniversitesi, Sinema Televizyon bölümünde bir derse katılıyorum. Ancak üniversitenin öğretim kadrosu değişmiş, hiç kimseyi tanımıyorum. Derse orta yaşlarda bir adam giriyor ve ukala bir tavırla bilgisayarını projeksiyon makinesine bağlıyor. Bilgisayar açıldığında, masaüstü fotoğrafı olarak Sadettin Kaynak'ın bir portresini görüyorum ancak fotoğrafın altında kırmızı italik bir fontla 'Adonis Hitler' yazıyor.
Sonrasında masaüstü dosyalarının birine tıklıyor ve daha öncesinde görmediğim bir filmden sahneler göstermeye başlıyor. Siyah beyaz bir dekorda renkli karakterler, bilmediğim bir dilde hararetli olarak tartışıyorlar. Arada attığı kahkahalarla filmde konuşulan dili anladığını kanıtlayan hoca sınıfa dönüyor ve filmin Erich Fromm'a ait olduğunu iddia ediyor. Böyle bir filmi kaçırmış olduğum için kendime sinirleniyor ancak bir yandan da bilginin gerçekliğinden kuşkuya düşüyorum. Beni kuşkuya düşüren şey, hocanın 'Erich' ismini sürekli 'Heinrich' olarak telaffuz etmesi. İsmi yanlış telaffuz ettiği üzerine tam söze karışacakken gösterilen filmde Time-lapse efektiyle zamanın hızla geçtiğine tanık oluyorum. Filmdeki zamana koşut olarak hoca da giderek yaşlanıyor ve doksan yaşlarında, elmacık kemikleri çıkık, zayıflıktan ölmek üzere olan bir adama dönüşüyor.
Yaşlı adam, zar zor da olsa konuşarak sınıfa 'göz' ile ilgili herhangi bir makale okuyup okumadıklarını soruyor. Hemen söze girip 'The Very Eye of...' deyip kalıyorum. Hoca gülüyor ve yanıma gelerek sert bir biçimde hapşırıyor. Makalenin ismini hatırlamaya çalışıyorum ve yeniden 'The Very Eye of...' deyip kalıyorum. Hoca, büyük bir şefkatle beni tamamlıyor ve 'Story of the Eye' ya da 'L'histoire de l'oeil' diyor. Utançla karışık hocaya müthiş bir hayranlık duyduğumu hissediyorum. Uzunca bir süre bakışıyoruz. Sonra aniden onun nefesini kontrol edemediğini fark ediyorum. Yüzü giderek morarıyor. Etrafa bakıyorum ve sınıfta yalnız kalmış olduğumu görüyorum. 'Yardım edin' diyecek birilerini arıyor ancak bulamıyorum. Hoca, destek almak için sıralardan birine tutunuyor. Göz göze geliyoruz. İnce dudaklarına varla yok arasında bir gülümseme yerleşiyor. Sonra nefesi kesiliyor ve olduğu yere düşüp kalıyor. Müthiş bir hüzünle tahtaya doğru yürüyorum ve ıslak bir tebeşirle Erich Fromm'un adını ‘Heinrich Fromm’ olarak düzeltiyorum. O sırada, müzik bölümündeki öğrencilerin yemekhaneden gelen seslerini duyuyorum. Koridoru geçerek bahçeye çıkıyorum.
Tam yemekhanenin önüne gelmiÅŸken öğrencilerin ve hocaların dua ediyor olduklarını ve kız korosunun bağıra çağıra Ave Maria'yı söylediÄŸini duyuyorum. DiÄŸer hocalar da baÅŸlarını elleri arasına almış ÅŸarkı eÅŸliÄŸinde dua ediyorlar. O sırada korodaki birkaç kız beni görüp gülüşüyor. Dikkatle baktığımda, gülüşen kızlar dışındaki tüm koro üyelerinin takma gözleri olduÄŸunu fark ediyorum. Nereye baktıkları belli olmayan bu tuhaf gözlerden gözümü alıp hocaların olduÄŸu gruba çeviriyorum. Grubunun içinde yalnızca rahip elbisesi giyinmiÅŸ O.A'yı ve bir baÅŸka üniversitede sinema hocası olan M.B'yi tanıyabiliyorum. El ele tutuÅŸmuÅŸlar, büyük bir dikkatle Ave Maria'yı dinliyorlar. Kendi içinde tutarlı bu saçmalık beni de etkiliyor ve koroya doÄŸru yaklaşıp bana gülümseyen kızlardan birinin dizi dibine çöküyorum. O da üzerine tül sardığı saÄŸ eliyle başımı okÅŸayarak ÅŸarkıyı söylemeye devam ediyor. Masadaki tabakların içinde iri hayvan butları ve butlarda açılmış kurÅŸun delikleri görüyorum. Aklıma aniden onların Ä°kinci Dünya Savaşı sırasında kaza kurÅŸunlarına hedef olan tarla domuzlarına ait olabileceÄŸi düşüncesi geliyor. Bu düşünceyle ve ÅŸarkı bitmeden, saçlarım arasında gezinen elin ritmiyle rüyamda uyuyakalıyorum. Â