gaziantep escort
22-03-2020 17:27:13 Son Güncelleme: 28-03-2020 21:53:13

YERKÜRE'NİN ŞİFACI JEDAY PRENSESİ

Kabullenmeyi öğrenirsiniz; çünkü toprak inada gelmez... Sizi ve ruhunuzu netliği ile terbiye eder. Sevgi dolu bir kabullenişle toprak ile birlikte çalışmayı öğrenirsiniz. Dinlemeyi öğrenirsiniz: Dinlemeyi öğrendiğinizde toprak size neye ihtiyacı olduğunu söyleyecektir.
YERKÜRE'NİN ŞİFACI JEDAY PRENSESİ

 

Yıllarını sanata adamış neredeyse her kolunda faaliyet göstermiş ülkemiz değerlerinden biri olan Feride Ceyda Erdemli ile tanışma fırsatı bulduk. Şifa ve enerji üzerine çalışmalar da yürüten Erdemli'nin renkli kişiliği bizi etkilerken dalyanews okuları ile tanışmasını da istedik. Erdemli, Dalyanews'den Diren Şahin'in sorularını yanıtladı;

-Tiyatro, seramik ve şifa tekniklerini birleştirmek nasıl ve nereden aklınıza geldi?

FCE: Özel olarak birleştirmek için bir çaba sarf ettiğim söylenemez. Hayatımın akışı içinde kendiliğinden oldu.

Tiyatro ve dans insanın kendi özü ve içinde yaşadığı dünya ile yüzleşmesidir: Bu yüzleşme de Farkındalığı doğurur.

Çıkışının özünde tiyatro, insanın çevresiyle olan iletişimi, acıma - korku gibi duygulardan arınmayı ve kendinde bir dönüşüm, kendi ve içinde yaşadığı dünyaya dair farkındalık yaratmayı barındırmakta. Yaşanılan duygunun esiri olmak yerine onu yüzeye çıkarıp, yüzleşerek rahatlama ve arınma yaşatır. Hatta bu özelliğinden dolayı bir çok alanda terapi aracı olarak da kullanılmaktadır. Komedi dizi ya da filmleri bu arınma için en güzel örneklerdir aslında. Hayatımızın akışında bizi sinirlendiren durumları ekranda izlediğimizde durumun komikliğinin farkına varırız. Neden yaşarken o durum komik gelmez? Çünkü, izlerken ‘durum’ bizim duygusal tepkilerimizden temizlenmiş haliyle karşımızda durur. Karakterler bize veya çevremizdekilere benzerler ve bizlere ayna olduklarında ‘durumların’ aslında sadece durum olduğunun farkına varırız. Yaşadığımız andaki duygularımızla yüzleşme fırsatı oluşur.

Tiyatro/Oyun’un zaman içerisinde biçimi ritüellerden, meddahlığa, sinemadan televizyon dizlilerine dönüşse de özü halen aynı. Bizlere ve hayata ayna olmak. Kendimize dışarıdan bakmamızı sağlamak.

Ayna olabilmek için ise önce kendinize ayna olmanız gerekir. Kendinizle yüzleşmeniz gerekir. Bu yüzleşmeler ve süreçte yaşadığınız farkındalıklardan dolayı provalar bazen şifa ritüeli gibi olur.

Yıllarca fiziksel ve kurgu tiyatrosu üzerine üretimler yaptım. Fiziksel tiyatro yönteminde oyundaki karakterin duygusal dünyasını yazılı metinden anlayarak yaratmak yerine, hareketleri, duruşu ve dış dünya ile kurduğu fiziksel temas üzerinden karakterin duygularını ve olay örgüsünü yaratırsınız. Haliyle öncelikle kendinizi ve sonra da insanları hareketleri ile incelemeyi ve tanımayı öğrenirsiniz. Kendinizle defalarca yüzleşirsiniz. Bu öğrenme sürecinden sonra oyunu ve karakteri oluştururken oyuncunun tam anlamıyla sıfır noktasında olması gerekir: oyuncunun kendi duygusal birikimlerinin, travmalarının, egosunun artık bu dünyada yeri yoktur. Bilinçaltındaki onu tutan kalıplardan arınmış olması gerekir ki ayna olma görevini layıkıyla yerine getirebilsin.

Bu esnada Nefesi öğrenirsiniz. Nefesinizin değerini ve onu kullanmayı öğrenirsiniz. Hareketi öğrenirsiniz. Bedeninizi tanır; onu severek öğretilen sınırların ötesine taşımayı öğrenirsiniz.Meditasyonu da öğrenirsiniz: Zihnen ve bedenen nötr kalabilmek için gerekli olan dinginleşmeyi öğrenirsiniz. Nefesinizi ve hareketi meditasyonda kullanmayı öğrenirsiniz.

Kurgu tiyatrosunda ise oyunu yazan siz olursunuz. Tek bir görüntü ya da bir cümle veya bir kelime üzerinden bir oyunu/oyun metnini provalardaki doğaçlamalarla ortaya çıkarırsınız. Konu temeli için seçilen öge hiç bir zaman bir tesadüf olmaz. Her zaman için ortak bilinçte arınma gerektiren bir mevzudur. Bu yüzden de her prova bir doğaçlama; her doğaçlama da oyunu yaratanların arınma ritüeli niteliğindedir. Doğaçlamalarda bilinçaltımızdan ortaya çıkanlar da metnin/oyunun kurgusunu oluşturur.

Örneğin, bir kurgu tiyatrosu örneği olan TheLoop (Kısır Döngü)’nün provalarında bir doğaçlama esnasında oyuncu arkadaşımla birlikte bilinçaltı kayıtlarımızın bir anda ortaya çıkışına şahit olduk. Daha önce belki de kendimizde görmezden geldiğimiz birer olguydular ve fakat o andan sonra artık bize ait değildiler. Bizler için sahnede yarattığımız karakterle birlikte gittiler. İzleyenlerle daha sonra konuşurken, istisnasız herkes özellikle o bölüme işaret etti ve kendilerindeki benzer bir durumu ya da hikayeyi anlattılar. Bu olaydan yıllar sonra katıldığım ilk Aile Dizimi kampında aynı durumu deneyimledim. Atalardan gelen bilinçaltı kayıtlarının şifalandırıldığı bu yöntem ile oyun provalarım aynıydı.

Seramik ise dört elementin bilgisidir: yani bu dünyanın bilgisi...

Net olmayı öğrenirsiniz; çünkü, Toprak nettir. ‘Ama/Fakat’ yoktur onun dünyasında.

Özenli ve sakin olmayı öğrenirsiniz; çünkü, Toprak aceleye gelmez. Sizin zaman bilginiz değildir ondaki. Onun kendi zamanında olur her şey. Evrenin kendi sürecine güvenmeyi öğrenirsiniz.
Kabullenmeyi öğrenirsiniz; çünkü, Toprak inada gelmez... Sizi ve ruhunuzu netliği ile terbiye eder. Sevgi dolu bir kabullenişle toprak ile birlikte çalışmayı öğrenirsiniz.

Dinlemeyi öğrenirsiniz: Dinlemeyi öğrendiğinizde toprak size neye ihtiyacı olduğunu söyleyecektir.
Görmeyi öğrenirsiniz: İncecik bir detayın size anlattığı çok fazla bilgi vardır.

Çözüm bulmayı öğrenirsiniz. Çünkü, sevgi ve eylemin karışımı olan Tutku size sınırsızlığı öğretir.
Kimya, matematik ve geometriyi uygulamalı olarak öğrenirsiniz; çünkü yemek yapmaktan bizlerin oluşumuna bu dünya zaten onların üzerine kurulmuştur.

Ama en önemlisi: Dengeyi öğrenirsiniz; çünkü seramik, ancak toprak, su, hava ve ateş doğru dengede olduğunda ortaya çıkar.

Tiyatro ruhun arınması, seramik ise ruhun terbiyesini veriyor. Şifa terapileri de aynısını yapıyor. Bilinçaltımızda atalarımızdan getirdiğimiz ve burada biriktirdiğimiz tüm kodları temizleyerek mutlu ve sağlıklı bir yaşam yaratmamızı sağlıyor. Benim için ise: Hayatımı üzerine yapılandırdığım oyunculuk, yönetmenlik ve yazarlık dahil tiyatro, akaşik kayıtlarımdan gelen seramikve şifa terapileri hayat yolumda kendiliğinden birleşti...

- Enerji terapilerinizi ve şifa yöntemlerinizi biraz anlatır mısınız?

FCE:  Bu konu tahmin edersiniz ki çok uzun bir konu. Kısaca değinmem gerekirse: Reiki, Kundalini, Gümüş Mor Alev, VioletFlame, EFT, Bilinçaltı Temizliği, Altın Üçgen, Bolluk BerketReikisigibi sistemlerle çalışıyorum. Bunların hem eğitimlerini, hem de terapi seanslarını veriyorum.Eğitim ve şifa sürecinde tiyatro sürecinde edindiğim temel nefes ve hareket sistemlerinden (örn. Qigong ve Yoga) de yararlanıyorum.Ayrıca, hocam Kevser Karataş’ın Kuantum Yaşam Seminerleri’ni düzenlemekteyim.

Bahsettiğim tüm tekniklerin temelinde, rahatsızlığı yaratan temel düşünce biçiminin iyileştirilmesi yatmakta. Burada yanlış anlaşılmalara sebep vermemek için belirtmem gerekiyor: Bu yöntemlerin hiç birinde tıbbın yerini alan bir iyileşmeden söz etmiyoruz. Aksine, modern tıp ile birlikte ilerlemekteyiz.

FCE: Yani ben tedavi görürken seramik sanatını da öğrenebilirim ve tiyatroyu da bu sürece katık edebilirim, doğru mu anladım?

Söylediğiniz,“bir taşla iki kuş vurmak” gibi bir anlamı da içinde barındırdığından ‘hayır’ diye cevaplandıracağım.

İlk başta da belirttiğim gibi tiyatronun çıkış noktası zaten Farkındalık Yaratmak. Korkularımızla, hatalarımızla yüzleştirmek. İzlediğimiz dizilerde bile kendimizden bir kesit bulabiliyoruz. Kendimizi her yönüyle izleyip değerlendirebiliyoruz. Bize ayna tutuyor. Kısacası tiyatro –ki buna sinema, senaryo, televizyonu da katabiliriz- kendi içinde bir şifa tekniği.

Yaklaşım ve bakış açısı önemli olan burada: Evinizi temizlemek, arkadaşlarınızla sohbetten evcil hayvanlarınızla aranızdaki iletişime kadar her eylem bir öğreti, bir ritüel, bir şifa aracı olma potansiyelini zaten taşıyor. Bunu yaratan da kişinin kendisi.

Başka bir açıdan anlatamam gerekirse: Tiyatro, seramik, ritüeller, enerji teknikleri, din, dans, yoga, vs. vs.... Bunların her birini birer anahtar olarak düşünelim. Her insan birbirinden farklı... Her insan kendine özgün. Dolayısıyla tek anahtarın her özgün kapıyı açmasını beklemek hata olur. Bu anahtarlardan hangisi ya da hangileri size uygun? Bunu sizler biliyorsunuz. Bir anahtarla başlayıp diğerlerini de ekleyebilirsiniz ya da eski anahtar yeni soruların kapısını açmıyorsa, anahtarınızı değiştirebilirsiniz. Kısaca: siz şifalanmaya niyet edin. O size kendini sunacak bir yöntemle gelir. Ya bir film karakteri olarak senaryo ve sinema ile ya da tanıştığınız bir kişi ile...

- Anladığım kadarı ile 'Şamanik' öğretilerden ve yöntemlerden de faydalanıyorsunuz?

FCE: ‘Şamanik’ kelimesi herkesin zihninde farklı bir resim oluşturacaktır. O yüzden belirteyim: kafamda tüyler, elimde davulla daireler çizerek koşturmuyorum.

İsim ister ayin olsun, ister sema, ister şamanik öğreti ya da ritüel, hepsinin temeli aynı ilkeler üzerine dayanıyor: Ses, nefes, hareket ile zihni ve ruhu dinginleştirme, arınma ve farkındalık. Her yaşam alanı ikliminden yetişen bitkilerine kendi kültürünü oluşturuyor. Bu kültüre ait ritüeller de oranın çevresel koşullarıyla birlikte gelişiyor ve evriliyor. Bunlardan bir çoğu halen eski hallerinde günümüzde varlıklarını da sürdürüyorlar: örneğin tütsü yakmak. Yaşam tarzımızın atalarımızdanfarklı olması ise ne temel ihtiyaçlarımızın değiştiği anlamına geliyor, ne de o öğretileri unuttuğumuz anlamına... Özümüz halen aynı. İhtiyaçlarımız da... Ve işin güzel tarafı her birimizin beyninde bu bilgiler de kayıtlı. İstediğimiz anda bu bilgileri çıkarıp günümüze ve duruma uygun bir biçimde kullanabiliyoruz. Bu açıdan yaklaşıldığında ‘evet, şamanik öğreti ve yöntemlerden faydalanıyorum’.

-Bu öğretiler ve yöntemler geçmişten günümüze nasıl ilerledi? Değişim yada gelişim göster dimi? Yoksa her şey eskiden olduğu gibi mi?

FCE: İnsanlık teknolojide ilerleme kaydettiyse de insanın bu dünyadaki yolculuğunda gerçekleştirmesi gereken ana amaç değişmedi. O yüzden tüm din kitapları, yogi felsefesi, sufizm, felsefe vb. halen gündemimizde. O yüzden öğretiler aynı; yöntemler ise bu çağın insanının anlayabileceği biçimde kendi içinde evriliyor.

-Size ne tür zorluklar ve sorunlar yaşayan insanlar geliyor, ne şekilde yardım istiyorlar?

FCE:  Ruhsal, mental ve fiziksel her çeşit rahatsızlık gelebiliyor. Mutlu olmak isteyenden hastalığını iyileştirmek isteyene; ailevi sorunlarını çözmeye çalışana kadar geniş bir yelpazeye yayılan sorunlarla gelebiliyorlar.Çoğunluk şifa amaçlı geliyor. Son dönemde ise insanlar, eğitim alarak kökten bir değişim sürecine girmeyi tercih ediyorlar.

-Tedavi sürelerini nasıl belirliyorsunuz, kişiye göre değişiyor mu, bir standardı var mı?

FCE: Herkes kendine özgüdür; bu yüzden bir standarttan söz edemiyoruz. Her bir çalışma kişiye özeldir ve kişiye göre şekillenir. Süre de kişiye bağlıdır. Çalışma yöntemi, süre her şey süreçte kendi belli olur. İnsandan bahsediyoruz burada: herkes farklıdır; herkes özgündür. Bu yüzden standartlardan konuşmamız söz konu bile olamaz.

-Ülkemizde ve dünyada bu tekniklerin yeri nedir?
FCE: On yıl kadar önce büyük bir patlama gösterdi ve bir moda haline geldi. Şu anda yavaş yavaş dengesini bulmaya başladı. Ülkemizde halen bilgi çok taze. Çoğunluk korkuyor ve hatta din ile karıştıranlar bile var. Dünyada ise bir çok ülkede özellikle Reiki gibi enerji ve şifa teknikleri hastanelerde sürece destek amaçlı olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde de böyle bir tasarı vardı; ama süreçte neler olduğuna dair bir bilgim yok.

-Ülkemiz ve dünyanın yaşadığı koronavirüs sürecinde sizin uzmanlık alanınızdan insanlara tavsiyeleriniz ne olur? Sosyal ve psikolojik zorluklara karşı neler yapsınlar nasıl bir duruş sergilesinler?
FCE: Öncelikle psikolojik zorluğu bizler yaratıyoruz. Her zaman hatırlamamız gereken bir şey var: Sadece Durum Vardır. Üzerine duyguları bizler ekler; sonra da işin içinden çıkılmaz bir hale getiririz. Oysaki durum nettir. Burada olan da o. Durum belli ve yapılacaklar belli. Buna gerek suçlayıcı, gerek yargılayıcı, gerek feryat edici, gerek duygusal ajitasyona yer verici, gerek şaka mahiyetli eklemeler yaptığınızda ve bunu bir de sosyal medya aracılığı ile yaydığınızda bilinçaltınıza tek bir fikri kazıyorsunuz. Böylece her geçen an, o fikri kendimize daha çok çekiyoruz. Atalarımızın dediği gibi: “kırk kere söylersen olur”. Burada bahsettiğim Umarsızlık değil; aksine söz ve tavırlarımızla hem kendimize hem de çevremize karşı tedbirli ve sorumluluk sahibi davranmak.

Kendimize soralım: bundan on beş gün önce benim en büyük sorunum neydi? Peki şu anda ne? Bu virüs ile aslında hayatta bizim için değerli olan olguları değerlendirmek gibi bir fırsatımız var. Birinci değerli olan Hayatta Kalmamız. Corona bize bunu hatırlattı. Mesleğimizin bir anda yok olabileceğini; sahip olduğumuz ve değer verdiğimiz maddelerin/eşyaların aslında hiç bir değere sahip olmadığını; özgürce dolaşabilmenin ve korkusuzca sosyalleşebilmenin değerini hatırlatıyor. Bu süre, kendimizi ve hayatımızı masaya yatırıp bir değerlendirmeye almak ve gereken değişimleri yapmak zamanı. Dünya belirli dönemlerde dengesini sağlayabilmek için salgınlar, afetler yaratır. Bu aklımızı başımıza devşirmek için bir uyarıdır. Bu değişime uyanlar hayatta kalır. O yüzden isyan, umarsızlık, öfke vs gibi duyguları bir kenara alıp, kendimize ve hayatımıza kökten bir dönüşüm hediye edelim. Bedenimizi sağlıklı yiyecekler ile beslerken, ruhumuzu dinginleştirelim. Bağışıklık sistemimiz bu sayede her türlü duruma uyum sağlayabilecek güce kavuşur.

--------

Feride Ceyda Erdemli kimdir?

1977 yılında İstanbul’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladıktan sonra 2000 yılında Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Üniversite eğitimi sırasında DAAD yaz dönemi öğrencisi olarak Feriburg Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazım, Felsefe ve Tiyatro okudu. Mezuniyetini takiben Ankara Sanat Tiyatrosu’nda reji asistanı olarak çalışmaya başladı. 2001-2002 yılları arasında Ankara Ekin Sanat Merkezi’nde reji asistanı, sahne amiri ve oyuncu olarak çalıştı. Aynı dönemde TRT’ye çeviri ve seslendirme de yaptı.

2002 yılında Mountview Academy of TheatreArts (Londra)’ya Tiyatro Yönetmenliği Yüksek Lisans Programı’na kabul edildi. Mezuniyetinden sonra kurgu tiyatrosu ve fiziksel tiyatro üzerine yoğunlaşarak, –yine Londra’da- LookUp! Theatre’ın kurucu üyesi ve yönetmeni oldu. 2006 yılına kadar LookUp! Tiyatrosunun yanı sıra kukla tiyatrosu dahil olmak üzere birçok tiyatroda oyuncu, rejisör ve hareket yönetmeni olarak görev aldı ve bir kaç kısa filmde de sanat yönetmeni olarak çalıştı. 2007 yılında daha çok kavramsal oyunlar sergileyen Black Book Tiyatrosu’nun kurucu üyesi oldu ve Türkiye’ye dönüşüne kadar birlikte pek çok oyun sergilediler.

2008 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Bu dönemde E-yayınları için I Chingçevirisini yapmasının yanı sıra şifa teknikleri üzerine eğitimler almaya başladı.İstanbul Kültür Başkenti kapsamında Eğlen proje ve ekibini kurdu. Bir kaç etaptan oluşan ve geniş bir yelpazeye yayılan projenin ilk iki ayağını gerçekleştirdikten sonra farklı birçok nedenden dolayı proje sonlandırıldı.

Aynı dönemde yaşadığı yer olan Bozcaada’da çeviri, şifa çalışmaları ve Çanakkale Kent Konseyi ile Çanakkale Biennali’nde tiyatroya/performansa devam ederken, adaya kurulan seramik atölyesinde seramik ile tanıştı ve çok kısa bir zamanda hayatının ayrılmaz bir parçası haline geldi. 2014 yılında adadan taşınmak zorunda kaldı ve şu anda yaşadığı Kayaköy (Fethiye’ye) yerleşti. Burada ilk atölyesi, rahmetli usta Bora Sencer’in kurmuş olduğu ve Kayaköy’ün antik evlerinden birinde yer alan Çömlekhane oldu. Çömlekhane’nin kapatılmasından sonra Qi Seramik atölyesini kurdu. Kıbrıs’da düzenlenen Vounous Pişmiş Toprak Sempozyumu’na iki yıl üst üste davetli sanatçı olarak katıldı. Qi Seramik atölyesinde üretimleri sürerken sanat çevirileri de yapmakta ve senaryo çalışmaları ile şifa eğitimlerine de devam etmektedir.

dalyanews

YUKARI