gaziantep escort

20-03-2020 19:44:31 Son Güncelleme: 24-03-2020 21:47:31

TEFRİKA/ 02 / EŞREF BEY / UÇAN ŞEYH (ŞEYH-İT TUYYUR)

. Her yer Fehim Paşaların, Hasan Paşaların, Kabasakalların, daha nicelerinin hafiyeleriyle çevrilidir....
TEFRİKA/ 02 / EŞREF BEY / UÇAN ŞEYH (ŞEYH-İT TUYYUR)

TEFRİKA/ 02

EŞREF BEY
Uçan Şeyh (Şeyh-it Tuyyur)
Eşref Sencer Kuşçubaşı

Yazar: Jan Paçal

-----------

1. BÖLÜM
Fizan Sürgünü
Teşkilat ı Mahsusa'nın Kurulması

 

Padişaha olan yakınlığını her türlü kirli işlerde kullanan, jurnal illetinden sakınmayan şımarık küstah bir Saray Cici Beyi'nin halt etmesi ile başlamıştı her şey.

Mevzubahis bu saray jurnalcisi Faik Bey ile  Mustafa Nuri Bey'in evleri, Yıldız Yenimahalle'de Çeşme Semti'nde yan yanaydı. Dahası Mustafa Nuri Bey bu Cici Bey'in manevi amcası da sayılırdı.

Mustafa Nuri Bey'in büyük kızı  Adile Hanım bahçede gezinirken, henüz Sultaniye Mektebi'nin son sınıfında olan Faik Bey sarkıntılıkta bulunmuş, laf atmıştı. Bunun üzerine Adile Hanım babasına şikayet etmiş; Padişahla bile çekinmeden konuşan Mustafa Nuri Bey ertesi sabah saraydan gönderilen arabasıyla vazifesi başına giderken Faik Bey'i kapının önüne çağırtmış  nasihat edip uyarmıştı.

O yaz, Sultaniye'yi bitiren Faik Bey, birdenbire, sarayda en mühim memuriyetlerden olan Mabeynciliğe  getirildi.

Kendisiyle beraber Sultaniye'yi bitiren Miralay İsmail Bey'in oğlu Muhittin, Mustafa Nuri Bey'den Gümrüklere tayinini istediği zaman Mustafa Nuri Bey kabul etmeyince ipin ucu koptu.

Saray erkanına dahil olmanın şımarıklığı içinde olan Muhittin Bey, Mustafa Nuri'ye takdir meselesinden küsmüş olan arkadaşı Faik Bey'e durumu anlatınca Mustafa Nuri Bey bu iki cici bey tarafından hedef tahtasına konuldu.

Aynı günlerde Mustafa Nuri Bey, her zaman yaptığı gibi yanına seyisini alıp at gezisine çıkar. Alışkanlığı üzere yine Ayazağa Köşkleri'nin etrafında dolaşır; Veliaht Reşat Efendi'nin köşkünün yakınında bulunan bostanda ekilmiş mısırları görünce de çocukluğu depreşir. Baş bağlamış mısırlara bakarak, Kafkasyalılığın irsi alışkanlığı ile, ''Şuradan bir kaç mısır kes kebap yapalım...'' diye seslenir.

Tertemiz insan Mustafa Nuri Bey, Veliaht Sultan Reşat'ın köşkünün civarı olduğunu unutmuştur. Her yer Fehim Paşaların, Hasan Paşaların, Kabasakalların, daha nicelerinin hafiyeleriyle çevrilidir.

Her şeyi, makamını mevkisini yaşını unutarak çocukluğunda olduğu gibi iki mısırı kebap yapması yaşlı adam hakkında jurnallerin başlamasına neden olur.

Sultan Hamit böylesine basit bir olay karşısında telaşlanır, kendisine has ''gerçeği arama'' yollarından birine baş vurur ve Mustafa Nuri Bey'i huzuruna kabul eder, '' Mustafa Bey, Birader Reşat Efendi benden tavuk istedi. Has kümesten seçeceğiniz Tavuk ve horozları götürünüz ve selam-ı şahanemizi tebliğ ediniz!... Etem Ağa beraberinizde bulunsun...'' der.

Mustafa Nuri Bey, Etem Ağa'nın yanına refakatçi verilmesinden dahi şüphelenmez. Etem Ağa, emektar kuşçu Mustafa Nuri Bey ve mutemedi has kümesten horoz ve tavuklarını alarak Veliaht'a götürürler...

Reşat Efendi, sarayın bu efendi insanını muhabbet ve hürmetle karşılar, çokça iltifat edip ve yemeğe kalmasında ısrar eder. Ağalarla beraber, Mustafa Nuri Bey de Veliahtla beraber yemek yer. Akabinde jurnaller yağmur halinde  yağmaya başlayacaktır..

Etem Ağa mağrur ve mesut bir şekilde sarayda önüne gelene, Sultan Reşat'ın Kuşçubaşı'na olan iltifatlarını üzerine vesveseler ekleyerek bine bin katarak anlatır ve padişaha yetiştirir. Hamit Han ise her gün okuduğu, koca bir kütüphane doldurduğu hafiye romanlarının etkisinde yaşamakta ve her geçen gün paranoyası artmaktadır.

Sultan Hamit, hareme geçmeden evvel Kuşçubaşını bekler ve hemen huzuruna çağırtarak kabul eder ve sorar;

-Birader memnun oldu mu?

-Ömrü şahanelerine dua ettiler. Arz-ı ubudiyet ettiler.

Sultan Hamit, içini boşaltır gibi sormaya devam eder.

-Mustafa Bey, benim birader ile samimiyetiniz nereden başlar?...''

Mustafa Nuri Bey, hayretler içinde;

-Efendimiz!... İkinizin de çocukluğunu bilirim. Hanedan-ı Ali Şanınıza mensubeyne karşı perverde eğitim hürmet ve merbutiyet Şevketmeabca malumdur.

-Her zaman sık sık ziyaret eder misiniz? Bakınız sizi yemeğe alıkoymuş...

-Bu defa, irade-i şahaneleri mucibince tasdi ettim. Lütfü nezaket buyurdular, yemeğe alıkoydular. Efendimizin kardeşinin ve veliahtı saltanatın bu uluvvu cenabına istiğna göstermenin terbiyesizlik olduğunu lehülhamd vel minne bilirim, efendimiz.

Mustafa Nuri Bey'in Kafkaslılık hiddeti ayaklanmaya başlar. Suçsuzluğun verdiği güvenle konuşur. Sultan Hamit ise muhatabının yüzüne dikkatle bakarak sorguya devam eder;

-Mustafa Bey... Sizde çok silah var mı?

O anda, Mustafa Bey'in gözleri önünde perdenin bir tarafı aralanır.

Gerçekten de, Mabeynci Faik Bey'in hafiyelerinin verdiği jurnaller arasında bir tanesi vardır ki, evlere şenliktir, Padişahı çileden çıkarmaya da yetmiştir. Bu jurnal ise şöyledir:

 " Sultanla daima temas halindedir. Mısır yemek için Ayazağa'ya kadar gitmesi, bir mısıra bir mecidiye vermesi, mısırlar için yakılan ateş ve duvardan içeri atılan koçanlar, hepsi birer paroladır. Mustafa Bey'in evi aranırsa bir bölüğü donatacak silah ve malzeme ele geçirilecektir...''

Bu jurnalden haberi olmayan ve böyle bir iftira ile karşılaşacağını asla aklına getirmeyen Mustafa Nuri Bey ''Sizde çok silah var mı? '' sorusuna samimiyetle cevap verir;

-Tabii Şevketmeap... Bir kere vazife icabı silah taşırım... Sonra da mensup olduğum ailenin silahşorlüğü ve silah merakı sizce de malumdur.'' 

Sultan Hamit, birden ayağa fırlar;

- Mustafa... Evindeki silah odasının anahtarını hemen ver.

Beklemediği bu söylem karşısında, Mustafa Nuri Bey, artık her şeyi anlamıştır;

Sarayın içyüzünü, ahlaksızlıklarını, hafiye iftiralarını ve Padişahın kuruntularını bilen emektar adam, sükunetle ve ıstıraplı bir bakışla silah odasının anahtarını masanın üzerine koyar.

Bu sırada hafiyeler, yaşlı adamın Yıldız'da ki konağını çoktan basmıştır!... Hem de bir kale fetheder gibi muazzam hazırlıklarla.

Saraya, çifteler, tabancalar, Vinçesterler ve bir çok mermi torbaları getirilir, yirmiden fazla silah vardır.

Bütün silahlar, Harem kısmındaki mabeyne getirilip bir masanın üzerine serilir.

Mustafa Nuri Bey, yine huzurdadır...

Padişah sorar;

-Bu kadar silahın evinizde bulunmasının sebebi ne? Bunları nereden aldınız?...

Mabeynci Ragıp Bey, Mithat Paşa davasında en çirkin vazifeyi yapan bu adam, ayakta elinde kağıt, söylenenleri not etmektedir. Sarayın o meşhur tahkikatı başlamıştır. Mustafa Nuri Bey, izzeti nefsi yaralanmış olarak pervasızca cevap verir;

-Şevketmeab... Şu iki çifte sizin hediyenizdir. Şu Vinçester Alman İmparatorunun, şu tabanca Prens Ferdinan'dın, şu mavzer Babamın Ruslarla müsademesinin, şu ağızdan dolma çocukluğumdan silah hocamın, şu ikisi askerliğimin, şu Tahir Paşa kulunun, şu Hasan Paşa  kulunun hediyeleri, geride kalanlar da kendi paramla beğenip aldıklarımdır.

Mustafa Nuri bey iyiden iyiye sinirlenmiştir sorulmadan konuşmaya devam eder;

-Ey Efendimiz!... Şehzadeliğiniz elimde geçti... Kerem et, insaf et... Eğer elli senedir, beni de tanıyamamışsan, elli senedir ben de sizin itimadınızı kazanamamışsam vay geridekilerin haline... Hafiyeler etrafını sardı, jurnalcilik aldı yürüdü... Bir avuç münafık, elli senelik emekleri heba etmeye de, memleketi batırmaya da yeter. Bir ömür devamı itimadını  bir kaç pespayenin ihtirasına feda ettikten sonra başka gam kalır mı?.. Benim için üzülme... Fizan'a kadar yolum var, istersen emret, sarayın bahçesine assınlar...

Sultan Hamit son cümleleri dinlerken haremin kapısındadır. Kaybolacağı sırada Ragıp Bey'e emir verir; "Misafirliğe alınız, tahkikat yapılsın."

Ne tesadüftür ki o günlerde, Sultan Hamit iktidarının 25. yıl dönümü şenlikleri yapılmaktadır. Avrupa'da Jön Türklerin mütevazi imkanlarla mücadeleleri devam ederken, hafiyecilik ve Jurnalcilik de her gün bir çok haksızlıklara, vefasızlıklara, ev yıkmalara neden olmaya devam etmektedir.

Mustafa Nuri Bey, Tahir Paşa'nın misafiridir!.. Artık, evi ile hiç alakası kalmamış, geleneğe göre, o da özel bir vapura konularak sürgün edilecektir. Bu bekleme günlerinde Mustafa Nuri Bey'in yanına Mekteb-i Harbiye son sınıf öğrencisi büyük oğlu Eşref ve küçük oğlu Selim Sami Beyler de getirilir.

Eşref Bey, Padişah aleyhine tahrikten sanık ve sabıkalıdır. O güne kadar da Babasının hatırı için sürülmemiştir.

Beşiktaş İskelesi'nde, Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın odasına alınan Mustafa Nuri Bey, iki oğlu ile beraber, Şeref Resan vapuruna bindirirler, istikamet Mekke'dir.

Yedi Sekiz Hasan Paşa, yirmi beş senelik Sultan Hamit idaresinin vicdanını rahatsız eden bin bir hadisenin üzüntüsüyle emektar kapı yoldaşının boynuna sarılır, "Mustafa Bey kardeşim... Elem çekme... Sen kurtuluyorsun, Allah bizi de kurtarsın. İnşallah Sen orada iken felek bizi de o mübarek yerlere layık görür...'' der.

Mustafa Nuri Bey oğullarıyla bir Çatanaya bindirilerek, muhafaza altında Şeref Resan vapuruna, Sultan Aziz'in hatırası olan bu koskoca ahşap geminin güvertesine çıkarılıp Hidayet Kaptan'a teslim edilirler.

Padişah bu sırada, Cihannüma köşkündedir. Bu köşk, tam dış bahçe ile harem bahçesi arasında bulunan Yıldız Sarayı çevresinin en yüksek yerindedir, burayı Sultan Hamit bizzat yaptırmıştır.

Alman İmparatoru, 1870-1871 Alman-Fransız harbinde Moltke'nin babasına hatıra olarak verdiği  Sedan Kalesinin muazzam ve devrinin teleskopu kadar muhteşem dürbününü Sultan Hamit'e hediye etmiştir.  Çanakkale boğazı için  mükemmel bir istihbarat aracı olacak bu muhteşem dürbünü Cihannüma Köşkü'ne koyan Padişah bununla Üsküdar kıyılarını, denizi seyreder... Bu tahtını korumak için denizden gelecek saldırılara karşı aldığı tedbirlerden sadece biridir!...

Kuşçubaşı ailesinin vapura bindirilişini de bu dürbün ile seyreder. Arkasında Sarayın en efendi, en kibar musahiplerinden Dilaver Ağa ile ''Deli'' diye anılan Harem Ağası Cafer Ağa vardır... Gördüklerini birebir anlatmaktadır Sultan Hamit.

"İşte, Mustafa merdivenlerden çıktı. Arkasında büyük oğlu, onun arkasında küçüğü. Kaptan Efendi yanlarına yaklaştı. Kimdir o yüzbaşı? Muhafız olacak... Kaptan köşküne giriyorlar...''

Padişah sadistçe söylenirken, Dilaver Ağa, Mustafa Nuri Bey'in tamamen günahsız, masum, halini bildiğinden, Cafer'e eğilerek der ki, ''Yazık oldu Mustafa Bey'e...  Sebepsiz yere en kıymetli kapı yoldaşımızdan olduk.  Ya genç oğulları?... O biçarelerin kabahati ne idi?... Aslan gibi evlatlar... Memlekette iki dilaver zabit yetişecekti...''

Dilaver Ağa'nın gözleri dolu dolu fısıldadığı bu sözlerin son cümlesinde, Sultan Hamit'in kendilerine dönen başını gören Deli Cafer korku içinde haykırdı ,"Bakınız efendimiz, bakınız!... Dilaver kulunuz ne söylüyor?..."

Dilaver Ağa'nın söylediklerini anlatınca, Padişah karanlık bir ruh gibi haykırır, "Derhal bu Arabı o sevdiği kapı yoldaşının yanına gönderin. Beraber gitsinler...''

Sürgün edilecek tutsaklar gemi güvertesinde garip hislerle sağa sola bakınırken, sahile dürbünle bakan ve vapurda hareket hazırlıkları emri veren Hidayet kaptan, seslendi;

-Dikkat!...Bir saray kayığı ve içinde harem ağası geliyor!..

İlk hatıra gelen, Padişahın, bir vicdan azabı duygusu ile sürgünleri affetmesi ihtimali idi. Bir çokları sevinç  ve ümitle bakışırken, Hidayet kaptan ilave etti;

-Kayıkta Ortaköy Komiseri Faik Bey de var...'

Bir kaç dakika sonra;

Önde Musahib Dilaver Ağa, arkada Faik Bey, geminin merdivenlerinden güverteye çıktılar.

Dilaver Ağanın siyah rengi adeta sararmıştı, dudakları titriyordu.

Kimseyle konuşmadan, Faik Beyin önüne yürüdü ve kaptan köşküne girdi. Arkasından kapı kapatıldı...

Merak fazla sürmedi!...

Cici Saray Efendisi Faik Bey, Çok Hürmet ettiği yaşlı Çerkes Mustafa Nuri Bey'e, bir kaç cümle içinde vaziyeti anlatmıştı, "Bundan sonra asiline hizmet edeceğim..."

Sürgünlerle yüklü vapurla çıkılan seyahat maceralı geçer. Şeref Resan Vapuru Beyrut önlerinde bozulunca, mahkumlar Babil Vapuru'na alınarak Cidde'ye götürüldü. Cidde'den ise Medine'ye...

Medine'ye geldikleri zaman, Başkatip Tahsin Paşa'dan Padişah namına gelen bir telgrafı kumandanlıkta Kuşçubaşı Mustafa Nuri Bey'i beklemekteydi.

"Mustafa Nuri Beyefendiye; bir arzunuz varsa, gerekli makamlara iletiniz, ricanız üzerine halledileceklerdir.''

Mustafa Nuri Bey okuduğu telgrafa hiç sinirlenmeden Padişah'a hemen şu cevabı gönderdi;

'' Bu yaşıma kadar, Hilafet vekaletine ihlas ile hizmet ettim!... Neticesi meydandadır!... Asilinin asalet-i maneviye ve inayet-i ruhaniyesin de tam bir iman ile merbut iken vekiline sarf edilmiş senelerimin hicranı içinde, bundan sonra asiline arzı hizmetle mübahi olacağım. Allah'tan ve şehri içinde son demlerimi geçirmekle mesut olduğum nebisinden başka, hiç kimseden hiç bir talebim olmadı ve olmayacaktır...''

Padişahın bu telgrafına verdiği cevap, haysiyetli bir insan için çok ağırdı; Malumdu ki Halifeler, Peygamber Efendimizin vekilleri idiler!... Ve Abdülhamid'in de en çok kullandığı tabir ''Halife-i Resul-Allah'tı.

 

Devamı için tıkla

--------------------------

İlk tefrika için tıkla..başa dön

YUKARI